Suriye’de kadınlar, savaşın yıkımı ve toplumsal baskılar altında hayatta kalma mücadelesi verirken, cesaret ve umutla direnişin simgesi oluyor.

Suriye’de kadın olmak, sadece bir kimlik meselesi değil, aynı zamanda bir direniş hikâyesidir. Yıllardır süren iç savaş, milyonlarca insanı yerinden ederken, en büyük yüklen kadınların omuzlarına binmiştir. Bir yandan savaşın yıkıcı etkileriyle başa çıkarken, diğer yandan toplumsal cinsiyet rolleriyle savaşmak zorundalar.

Suriye’de kadınlar, geleneksel toplumsal yapının dayattığı rolleri sırtlamış durumda. Çoğu kez, bir çatışma bölgesinde hayatta kalmaya çalışrken bile, evin düzeni, çocukların bakımı ve toplumsal beklentiler onların öncelikli sorumluluğu olarak kabul ediliyor. Geleneklerin bu ağır yükü, kadınların bireysel varoluşlarını gölgeleyebiliyor.

Savaş sadece bombalarla, kurşunlarla gelmiyor; savaşın en görülmez ama en yıkıcı etkilerinden biri, kadınlara yönelik artan şiddet vakaları. Çatışma ortamlarında kadınlar, cinsel şiddet başta olmak üzere, birçok farklı tehdit altında yaşam savaşı veriyor. Bu durum, çoğu kez sessizlikle karşılanıyor çünkü toplumsal normlar, kadınların uğradıkları şiddeti dile getirmesini engelliyor.

Suriye’den kaçıp mülteci kamplarına sığınan kadınlar, yeni bir yaşam kurmaya çalışırken bile çetin bir mücadele veriyor. Temel insani ihtiyaçların karşılanmasında yaşanan zorluklar, kadınların omuzlarındaki yükü daha da artırıyor. Hijyen malzemelerinin yetersizliği, sağlık hizmetlerine erişimdeki eksiklikler ve çocukların güvenliğini sağlama sorumluluğu, bu mücadelenin sadece birkaç boyutunu oluşturuyor.

Tüm bu karanlık tabloya rağmen, Suriye’deki kadınlar birer direniş simgesi haline geliyor. Hayatta kalma mücadelesini bir adım öteye taşıyarak, toplumsal rollerin dışına çıkıyorlar. Bazısı çocuklarını savaşın dışında tutmak için çabalıyor, bazısı ise eğitim olanakları sağlamak için mücadele veriyor. Bu direniş, sadece Suriye’deki değil, tüm dünyadaki kadınlar için önemli bir umut işareti.

Suriye’de kadın olmak, sınırsız bir sabır ve direnç gerektiriyor. Bu topraklarda yaşayan kadınlar, her şeye rağmen, hayatta kalmayı ve yeni bir dünya inşa etmeyi öğreniyor. Onların hikâyeleri, sadece acılarıyla değil, aynı zamanda cesaretleri ve umutlarıyla da anlatılmalı.