Hani o çocuklukta birileri “Sesin çok güzel” dediğinde içinizde uyanan umut. Sonra o umut, hayata tutunacak bir dal olur da gökten bir yıldız gibi kayarım diye düşünürsünüz. Ama tabii hayat bu, önce sizi bir gözleme tezgahına oturtur, sonra da öyle bir fırına atar ki, hani hamurun bile sizden daha az eziyet çektiğine şahit olursunuz.

Başlıyoruz şöhret yolculuğuna. Fakat unutmayın, bu yolculukta yanınızda sadece yokluk bavulunuz ve “kimse beni anlamıyor” manifestosuyla dolu iç düşünceleriniz var. Bir de hayatta kalma savaşı: Kimi zaman çığlık atacak kadar aç kalırsınız, kimi zamansa sizi dolandırıp o yokluk bavulunuzu da elinizden alırlar! Hayalimiz çok büyük, şöhret o kadar yakın ki… Ve işte, bir türkü ya da bir şarkıyla şans size güler. Yüz binlerce hatta, milyonlarca hayran, kameralar…

Derken o şöhret basamakları birer birer tırmanılmaya başlanır. Hayatınızda hiç görmediğiniz kadar insan etrafınızda döner. Sevgililer gelir, çoğu sahte, ama olsun! Aşk yaşarsınız, hem de uçsuz bucaksız. Bir türü hız kesmeyen, inişli çıkışlı bir yolculuk… Evlilik gelir, ardından tahmin edin ne gelir? Boşanma tabii ki! Ama olsun, ne de olsa şöhretli olmanın olmazsa olmazı değil midir ikinci turlar? Devran döner, aynı çember tekrar eder.

İşte buradan sonra şoyle bir dönüş başlar: Şöhret azalmaya başlar. Zaman değişir, insanların müzik zevkleri büyük bir devrim yaşar. Siz de “nostalji albümü” çıkarmaya karar verirsiniz. Her TV programında, “Ben ne günler yaşadım, Çocukken çok açlık çektim” anılarıyla “ben de sizden biriyim” mesajını vermeye çalışırsınız. Eve dönersiniz ve "bu şehrin geceleri" buz kesmiştir.  Derken yaşlanırsınız. Hastalıklar, yatağa düşüren acılar… Ve elbette, o dün yanınızdan ayrılmayan dostlar yok oluverir. Vefasızlıktan yakınırsınız.

Ama asıl sahne, siz toprak altına girince başlar. Hani o “Canım evlatlarım” dediğiniz var ya, işte onlar miras davasıyla sahneye çıkar. Tabutunuz başında başlarlar kavga etmeye. "Benim olacak. En fazlası benim olacak" kavgaları. O en büyük hayaliniz olan “Çocuklarım iyi bir hayat sürsün” felsefeniz, “Kim daha fazla pay alacak?” tartışmalarına dönüşür. Ve siz, o yokluk bavuluyla başladığınız hayatta, bütün bir ömrünüzü feda ettiğiniz o yolun sonunda, sadece kara toprağa emanet edilip "kara bahtım" dersiniz..

Ama bakın, iş burada da bitmiyor! Bir şarkınız var ya, hani bir dönem dillerden düşmeyen.. "Kara bahtım".. O nostalji programlarında, sizin adınızla şöhret bulan bir başka sanatçı tarafından söylenir. Onlar şöhret basamaklarına tırmanırken, siz de ölümden sonra bile “Bana sor, bana sor” diye fısıldarsınız, toprak altında.

E, hadi bakalım. Kimler ünlü olmak istiyor? Şöhret kolay mı diyordunuz? Bir kere daha düşünün!