Aslında bu makaleyi kaleme alıp almamakta acayip tereddüt ettim. Hani yeni yıl gelmiş. Ölmeden (en azından şimdilik) bol bol yılbaşı öyküleri paylaşıp herkese mutlu yıllar falan dilemem gerek ama siz de ben de çok iyi biliyoruz ki mutlu yıl kavramı kocaman bir yalandan öte bir şey değil. Mutluluğun bana göre temele indirgenmiş iki kelimesi var. Gerisi boş. O da sağlık ve özgürlük. Kiminde var kiminde yok. Öyle ya da böyle 2025 geldi çattı.
Size içinizi yakacak bir şeyler anlatıp 2024 ü tamamlayayım. Çoğunuzun bildiği gibi Sabır Gazetesi’nden ayrılıp Hasret Gazetesi’nde işe başladım. Yılların dostluğundan gelen davete hayır denmezdi. Ben de demedim. Hayatımın geri kalanında Sabır Gazetesi’nin yeri de bende çok özel olmaya devam edecek. Gerek Ersin Bey gerek ise Resul Bey ile çok güzel günler geçirdik. Güzel işlere imza attık. Yine de orada bir gönül bağım hep olacak.
Hasret Gazetesi, Osmaniye’nin yayında olan en eski gazetesi. Yılların verdiği bir ağırlığı var. Biz de dijital ve internet grubu olarak yeni bir kadro kurmanın hevesi ile düştük yollara. Gözümüzün kestiği, gazeteciliği seven herkese kapımız açık dedik. Gelenler oldu, gidenler oldu. Dışarıdan bakınca dünyanın en kolay işi sandıkları işin ağırlığını görünce “ben yapamam” diyenler oldu. Bahanesi bol olup, iş yapmaya erineneler oldu. Dizilerde genç beyinlere nakşedildiği gibi masa başında oturup her ay maaş yatsın diye bekleşenler oldu.
Her gelene mülakat yaptık. Bazıları mülakatı geçemdi, bazıları da işin zorluğunu.. Her mülakatta bence gazeteciliğin olmaz ise olmazı kitap okuyup okumadıklarını mutlaka sorduk. “Kelimelerle arası iyi olmayanın, gazeteyle işi olmaz” Bu temel gerçek. Ha kitap okumadan gazetecilik yapan var mı? Var. Emmi dayı gazeteciliği artık tarihin tozlu raflarında yerini alsa da, Osmaniye’de hala alıcı buluyor. Kör satıcının, kör alıcısı misali elbette saygı duymaktan başka da çaremiz yok!
Uzatmayayım. Geçenlerde bir kızımız geldi. İş başvurusu yaptı. Biz de CV istedik. Yani özgeçmiş. Osmaniye Korkut ata Üniversitesi, Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi mezunu olduğunu görünce “Bize uyar” diye düşündük. Mülakatı kısa kesip “Yarın gel başla” dedik. 2 haftalık eğitim vs. süreçleri anlattık. “Tamam” dedi. Ertesi gün, Osmaniye hemite Köyü’nde bulunan, Yaşar Kemal evini, Zülfü Livaneli’nin ziyaret etmesi ile ilgili bir haber konusuyla ilgili oturup değerlendirme toplantısı yaptık. Konular açıldı. Oradan buradan derken kızımıza “Livaneli’yi biliyorsun değil mi?” diye sorduğumuzda Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi mezunu, 24 yaşındaki kardeşimiz “Hiç duymadım” deyiverdi. Şaka yapıyor sanmış olsakta gerçeketn duymadığını anladık. Sonrasında “Yaşar Kemal’in evi dediniz ya, Kendisi milletvekili falan mı?” deyince hopaaaaa! Ağlasam mı gülsem mi bilememdim. Tekrar yazayım: Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi mezunu. Sonrasında fazla konuşma gereği duymadık. Kendisi de anlamış olacak ki “Ben pek kitap okumam” dedi. Biz de yolcu ettik.
Sonrasında Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi bölümünde bir hocamızı arayıp (ismi bizde saklı) durumu anlattık. “Nasıl öğrenciler mezun ediyorsunuz?” diye sorduk. Gülümsedi. Açıklayım dedi “Bizim bölümden mezun öğrencilerin ancak yüzde onluk kısmı senin dediğin gibidir. Geri kalan kısım maalesef sadece mezun olup, subay, astsubay, polis, infaz koruma memuru vs olmak için okur. O yüzden sıkma canını” dedi. Bu defa ben güldüm. Yaşar Kemal’i bilmeyen, Zülfü Livaneli’yi bilmeyen kim olursa olsun benim gözümde yoktur. Hele de, Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi mezunu ise.
Buradan 2025 için farklı bir tonla çağrımızı yenileyelim. Sevgili öğrenciler, okuduğunuz bölümleri sadece okumak için okumayın. Biraz öğrenin araştırın. Yaşar Kemal adını bu topraklarda bilmiyorsanız, ya şehri terk edin, ya da şapkanızı önünüze alıp düşünün. Aynı şapkayı sonrasında sizi yetiştiren hocalarınıza verin. Onlarda düşünsünler: Biz bu çocuklara ne veremedik? Nerede hata yaptık?
Akıl verecek değilim. Uzatacak da değilim. O kızımız olmasa belki bunlardan habersiz, her üniversite mezununu aynı kefeye koyacaktım. Eğer ülkede insanları mezuniyete göre değerlendiriyorsak, sanırım büyük bir yanlışın içindeyiz. Şimdi daha iyi anlıyorum; Televizyona çıkıp bol bol ahkam kesen herb*kologların nasıl isminin başında Doktor, Doçent ya da Profesör olduğunu…!