Özgecan ve Kapanmayan Yaralar

Bugün 11 Şubat… Üzerinden tam on yıl geçti. Ama bir annenin yüreğindeki ateş, bir babanın gözlerindeki acı, bir ülkenin vicdanındaki yara hâlâ ilk günkü gibi. Bugün, Özgecan Aslan’ın öldürülüşünün yıl dönümü. Bugün, bir kız çocuğunun hayalleriyle birlikte karanlık bir minibüste söndürülüşünün yıl dönümü.

Özgecan, 20 yaşında pırıl pırıl bir genç kadındı. Psikolog olmayı hayal ediyordu. Okuyor, ailesinin fedakârlıklarıyla geleceğe umutla bakıyordu. Ama o minibüse bindiği gün, canice bir zihniyet tarafından hayattan koparıldı. Gözlerimizin önünde bir gerçeği bir kez daha suratımıza çarptı: Kadınlar, yalnızca yaşamak istedikleri için öldürülüyor.

O gün sokaklara döküldük, haykırdık, adalet istedik. Kadınların en temel hakkı olan yaşam hakkının korunmasını istedik. Ama Özgecan, ne ilk oldu ne de son. Her gün bir başka kadın, kendi hayatına sahip çıkmaya çalıştığı için bir erkek tarafından öldürülüyor. Kimi zaman bir eş, kimi zaman bir baba, kimi zaman bir yabancı… Ama hep aynı zihniyet. “Kadın benim malımdır” diyen, kendi üstünlüğüne inanan, bir kadının varoluşunu bile kendine tehdit olarak gören o kirli akıl!

Bu yazıyı kaleme alırken gözlerim doluyor, içim sıkışıyor. Çünkü biliyorum ki, bu ülkede bir kız çocuğu gece yolda yürümekten korkuyor. Bir genç kadın minibüse bindiğinde arkasını kontrol ediyor. Bir anne, kızını “Aman dikkatli ol” diye tembihliyor. Özgürce yaşamak yerine, hayatta kalma mücadelesi veriyoruz.

Peki, bunca yıl sonra değişen ne oldu? Öldürülen her kadının ardından duyduğumuz o büyük öfke, bir süre sonra unutulup gitmiyor mu? Her yeni cinayette, eski acılar yeniden kanamıyor mu?

Özgecan’ın ardından verilen ağırlaştırılmış müebbet cezaları, bir nebze de olsa vicdanları rahatlatmıştı. Ama mesele cezaların ağırlığı değil. Mesele, kadın cinayetlerinin hiç yaşanmaması. Mesele, kadınların korkmadan yaşaması. Mesele, o minibüse binen bir genç kadının “Eve sağ salim varacak mıyım?” diye düşünmemesi.

Bugün Özgecan’ı anıyoruz. Ama aynı zamanda, kadın mücadelesini büyütmemiz gerektiğini de hatırlıyoruz. Öldürülen her kadın için, hayatta kalmak için mücadele eden her kadın için… Çünkü biz unutursak, yarın başka bir minibüste, başka bir kız çocuğunun hayalleri de sönecek.

Özgecan’ın adını yaşatmalıyız. Onu yalnızca acı bir hikâye olarak hatırlamamalıyız. Onun adını, özgür ve korkusuz bir gelecek için haykırmalıyız.

Sonsuzluğa uzanan ışığın hiç sönmeyecek Özgecan… Biz, seni unutmadık!