Hoşçakal Sevgili Koltuk!

Gücünü koltuktan alanlar gün gelir koltuk gidince ortada kalırlar

Etiketlemeyi en çok Ortadoğu toplumları sever. Her ne kadar biz Avrupa özentisi yaşasak ta Ortadoğulu olduğumuz gerçeği gün gibi ortada duruyor. Her Ortadoğulu gibi biz de yaftalama ya da etiket meraklısı olma konusunda üstümüze rakip tanıyamayız.

Bu yazıyı uzun zamandır yazmak istiyordum ama bir türlü zaman bulup kaleme alamamıştım. Aslında şimdi de zaman yok ama aralarda bir yerde nefes alma imkânı buldum ve sarıldım kâğıda kaleme.   Peki, beni yazmaya iten ana unsur ne idi? Bilenler beni bilir. Bilmeyen de kendi gibi bilir diye bir söz var. Ben makamda olanı değil, makamdan sonra da yaşama direneni severim. Hani bir söz vardır ya: “Gücünü koltuktan alanlar gün gelir koltuk gidince zort diye ortada kalırlar” Ha işte bu söz çok hoşuma gider!

Cep telefonumda bulunan gereksiz numaraları silerim. Pek anlamı yoktur. Zaten aramayacağım ya da beni araması imkânsız birinin telefonumda olmasının bir anlamı yoktur. Birini rehberden ararken o sevmediğim isimlere denk gelince eskiden bana attığı kazığı ya da yazıkları hatırlarım. Canım sıkılır. Ne gerek var telefonda tutmaya. İşte tam da öyle bir günlerden biriydi. Aldım telefonu elime başladım silmeye telefonumda kayıtlı olan üç binin üzerinde isimden yaklaşım 300 civarını silmişim. Bazılarının yüzünü bile hatırlamıyorum. Hatta ismini bile hatırlamıyorum. Demek ki zamanında lazım olmuş kaydetmişim. Ya da zorla bana kaydettirilmiş. Her neyse konu dağılmasın.

Numaraları silerken bir iki isim üzerinde takıldım kaldım. Silsem mi silmesem mi? Diye öylece kala kaldım. Tarihte bana hiç kötülüğü olmayan bu isimlerin sadece kendilerine olan kötülüklerinden dolayı şu anda isimlerini bile doğru dürüst hatırlayan yok. Bu isimler bir dönem hem siyasi hem iktiadi açıdan Osmaniye’de yaklaşılması zor isimlerdi. Oturdukları koltuk hayatları olmuş, hayatları da koltuğun gücü ile bambaşka bir hayata dönüşmüştü. Telefonları hiç susmuyor, yanında koşturan sözüm ona danışmanı (haa! bu aralar size bir il başkanının yanından ayrılmayan birinden bahsedeceğim. O da “Ne oldum delisigiller” den bir canlı türü. Ama ona zaman var) telefona cevap vermek için neredeyse uykusuz saatler geçiyordu. Bazen de ben aradığımda “Haaa, hııı “ diye cevaplar veren bir arkadaştı.

Kurum müdürleri saygıda kusur etmiyor, işi gücü olan kapısından ayrılmıyordu. O da muhtemelen her odasına girdiğinde koltuğuna bakıp “Teşekkürler sevgili koltuk” diye minnetlerini bildiriyordu. Koca koca vekilleri arıyor, onlarla sohbet ediyor, dönemin baharının bütün güzelliklerini yaşıyordu. Ona ulaşmak için bizi bile araya koyanlar oluyor o da yine bize “Haa.. Hııı” diye cevaplar veriyordu.

Gün oldu devran geçti. Bahar yerini kara kışa bıraktı. O arkadaşımız bir şekilde yerinden gitti. Giderken de muhtemelen “Hoşça kal sevgili koltuk” dedi. Dediğim gibi makamda olanlarla pek işim olmasa da aradım. Artık makamda değildi. Yine “Haa, hıı” demesini beklerdim. Ama o telefonu o zamanlar “buyur sevgili kardeşim” diye açmıştı. Artık koltuk yoktu. Adama bir dünya etiket ve yaftalama yapılmıştı. Yarısı doğru, yarısı yanlış, yarısı eksik, yarısı fazla türden. Ortadoğululuk gereği gücünü ve koltuğunu kaybedene sallamak ve küçümsemek adettendi. Koltuk gitmiş, koltuğun her santimetre karesi kadar sayısı olan insan! Topluluğu da bir anda kaybolup yerini boşluğa bırakmıştı.
 

İşte o gün gereksiz adamlar listesini telefon rehberimden temizlerken bu arkadaşların isimlerini gördüm. Öylece kala kaldım. Silmedim. Sonra aradım. Aradan yıllar geçmiş. Tek çalmaya telefonumu açtı “Buyur sevgili dostum” dedi. Havadan, sudan konuştuk. Üzgündü sadece onu anladım.
 

“Koltuğa ne oldu?” diye soramadım. Bazen film biter ve sonunda dakikalarca yazılar akar. Kimse okumaz. Zamanında başrol oynayanlarda, günü geçince o yazılarda minnacık adı geçen figürasyondan başkası olmaz.

"Karanlıkta kalmamak için zamanında mum sayınızı artırın!" derim de başka bir şey demem. 

Kalın sağlıcakla..