Hak, hukuk, adalet, eşitlik…
Bu kavramları ilk kez hayat bilgisi dersinde duyduğumuzda, hepimiz için yepyeni bir dünyanın kapıları aralanıyordu sanki. Öğretmenimiz tahtaya yazdığında, bu kelimelerin hayatımızın her alanında ne kadar önemli olduğunu anlatırdı. Bizim ise o zamanlar sormadığımız soruyu , şimdi sormamız gerekiyor. “Öğretmenim, bunlar gerçek hayatta işimize yarayacak mı?”.
Her sabah gazeteleri açtığımızda, her saat başı haber sitelerine göz attığımızda, aynı manzarayla karşılaşıyoruz, “İş kazasında 1 işçi öldü!”, “Elim Kaza! Fabrika İşçilerinden 10 Kişi Hayatını Kaybetti!”, “Sosyal Haklarını İsteyen İşçi, Süresiz Açığa Alındı!”. Bu haberler, medyaya yansıyanlar sadece. Peki ya yansımayanlar? Mahkeme koridorlarında bekleyen, dosyaların arasında kaybolup giden, belki de hiç duyulmayacak olanlar? Onlar nerede?
Şantiyede dinlenmek isteyen bir işçi, gölgelik alandan mahrum kalıyor. Fabrikada çalışan işçi, haklarını talep ettiğinde işten atılıyor. İnşaatta çalışan emekçi, güvenlik önlemi alınmadığı için hayatını kaybediyor. Mahkemelerde dosyalar yıllarca bekliyor. Peki, bu durumda bu kavramlar nerede, neden öğretildi bize yada en önemlisi bu kavramları bir tek biz mi öğrendik?
Soruların ardı arkası kesilmiyor. Sorular kadar emekleri hiçe sayılan, daha da kötüsü canından olan insan var. Çözüm önerisi sunmak , haberler yazmak ne yazık ki hiçbir şeyi geri getirmiyor. Terazinin bir kefesi , haksız yere ağır geldiğinde çarelerin önü kesiliyor.
Bize düşen ne mi? Kitaplardan öğrendiklerimizi diğer kefeye koymak. Gerçek hayatta işimize geldiği gibi değil dosdoğru olmak.